Sayfalar

20 Nisan 2010 Salı

SKIBBE BİZİM LÖW’ÜMÜZ MÜ OLACAK?




Michael Skibbe… Ligimiz için fazla beyefendi, fazla savunmasız birisiydi. Fazla savunmasızdı evet çünkü burası başka yerlere benzemez yeğen, yerler burda adamı…
“Skibbe kim arkadaş, ne başarısı var?” , “Galatasaray’ı kaldıracak bir hoca değil”, “Stajer hoca” vs. yakıştırmalarına benzer onlarca benzetme daha sayabiliriz kendisi için yapılan. Zaten bu ülkeye ne zaman az tanınan ki burada “az tanınma” ifadesini de açmak lazım, futbolla ilgilenen her bireyin tanımadığı bir isim olarak ifade edebiliriz heralde. Zico için söylenenleri de hatırlıyoruz. Benim yaşım hatırlamaya yetmez ama heralde Guus Hiddink için de söylenmiştir bunlar zamanında buraya geldiğinde. Ama belki de spor basınında da bu kadar çok paralar dönmediğini düşünürsek(yani klasik,şu futbolun endüstrileşip futbolla ilgili her sektörün de bundan nasibini alması geyiği) belki o zamanlar daha insaflı davranmışlardır. Neticede artık bir futbol yorumcusunun bir yıllık ücretinin Anadolu takımlarında oynayan bazı futbolcuların aldığı paradan fazla olduğu bir dönemdeyiz. Bu yorumcu(?) da tamamen duygusal olarak herkese sallar tabi.

Neyse biz Skibbe’ye geri dönelim. Medya kendisini eleştirmek için elimize yüzlerce fırsat veriyor zaten her gün, onlara sık sık değineceğiz…

Skibbe’nin oynatmış olduğu futbolu yeri geldi hepimiz eleştirdik, ben de eleştirdim. Bazı futbolculara göstermiş olduğu imtiyazlar da hepimizi kızdırdı bazen, en azından kendim için bunu söyleyebilirim. Aslında gelecek vadeden bir Alman teknik direktör olsa da tipik alman özelliklerini taşımıyordu sanki. O katı, sert, aşırı(bazen gereğinden fazla) disiplinli Alman hocalardan farklıydı. Daha rahat, futbolcuları daha az sıkan, hocadan çok arkadaşça yaklaşan bir tavır sergiledi. Bu tavrının yanlış olduğunu söyleyemem kendimce. Sonuç olarak daha önce burada çalışan bir Kalli,Daum olmadığı kesindi. Bu farklılığı yeşil zemine de yansımıştı aslında. Yine klasik Alman düşüncesi olan sabırlı hücum, belli bir disiplin içinde oynama, fizik mücadelenin tekniğin bir adım önde olması, asker diye tabir edebileceğimiz koşan, pres yapan oyuncularla oynamak gibi önceliklerin yerine hücumu düşünen, daha teknik oyuncuların onbirde bulundukları(Kewell, Arda, Lincoln vs.), oyuncuların daha rahat bırakıldıkları bir sistemi benimsedi. Aslında rakibi durdurmaktan çok kendisi de oynamak isteyen takımlar karşısında bu prensibin başarılı olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Avrupa kupalarında oynadığımız maçlarda Ali Sami Yen’de olsun deplasmanda olsun rakipleri hem skor hem de oyun olarak ezdiğimizi söyleyebiliriz. Hatta Benfica deplasmanını hatırladığımızda şiir gibi top oynamak mertebesine de yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Ama işte Süper Lig’de özellikle de deplasmanlarda çoğu takımın önce 1 puan demesi, Tolunay Kafkas’ın ligimiz için yapmış olduğu “Kavgacı bir lig” tanımlamasına uygun olarak (süper ligin tek kelimeyle en mükemmel anlatımıdır bence Tolunay Hoca’nın bu ifadesi) oynamış olduğumuz futbolun buna uygun olmadığı da aşikardı. Aslında sadece benimsemiş olduğumuz oyun stiline de bağlamamak yani her şeyi Skibbe’nin üstüne atmamak gerekiyor zira elimizdeki mevcut oyuncu kadrosu da bu deplasmandaki “kavgacı oyuna” ayak uydurabilecek bir kadro değildi. Özellikle yine deplasmandaki maçlarda rakip takımların, takımımızdaki nitelikli oyuncuları durdurmak için futbol kurallarını zorlama konusunda çekinmedikleri de düşünülürse, takımın silik bir performans göstermesi çok anlaşılmaz bir şey olmasa gerek. (Yanlış anlaşılmasın bu sadece bizim için yapılan bir şey değil, hangi takımda varsa bu “yıldız” oyunculardan her zaman bolca tekme yemiştir)

Sonuç olarak Skibbe Galatasaray’dan ayrıldı ve bildiğiniz üzere şu anda Almanya’da Eintracht Frankfurt takımını çalıştırıyor. Her maçını izleyemesek de izlediğimiz maçlarda yine pozitif bir futbol oynatmaya çalışan, hücum futbolunu benimsemiş, göze hoş gelen bir oyun oynatmaya çalışıyor. Deplasman, ev sahibi farkı gözetmeksizin her yerde aynı futbolu oynatmasını ve kendisinde çok daha iyi kadroları olan takımları yenmelerini da takdir etmek gerek.(Mesela Bayern Münih’i 1-0 geriden gelip 2-1 yenmişlerdi) Şu anda 9. Sıradalar ve en iyi 10 kadrodan biri değildir heralde Frankfurt kadrosu. Almanlar Skibbe’ye çok güveniyor ve destekliyorlar. Buradan ayrılır ayrılmaz da hemen ülkesinde iş bulması da bence güvenlerinin bir göstergesi. Gerçi zaten çok milliyetçi bir ırk olduklarından kendi adamlarına toz kondurmazlar ve desteklerler. Bu sahiplenmeye bakıp gelecekte Alman milli takımı için adaylardan biri olarak şimdiden görüldüğünü söyleyebiliriz. Şimdi Frankfurt, sonra Bremen veya Dortmund beklide. Sonuç Skibbe bir şekilde tecrübe kazanacak ve milli takım için hazır hale gelecek. Çünkü onlar her şeyi planlı yapar. Sizi bir görev için düşünüyorlarsa, o göreve sizin bile farkına varamayacağınız bir şekilde hazırlarlar. Yani Michael Skibbe de bizim Löw’ümüz olabilir “vah vah, tüh tüh, bilemedik adamın kıymetini” diyebiliriz.

Amacım kör ölür badem gözlü olur demek değildi bunları yazarken. Zaten şu anda öyle bir hocaya sahibiz ki bundan iyisi Jose Mourinho… O yüzden hoca konusunda geçmişe bakmıyorum artık. Dediğim gibi ben de çok eleştirdim kendisini. Amacım Skibbe gibi daha önce ne yaptığını ve yapabileceğini bilmediğimiz için yaptığı her şeye belki de ön yargıyla yaklaştığımız bir adam için bile, daha iyi anlaşılabilmek için söylüyorum kıyas yapmak için değil, Frank Rijkaard’la karşılaştırılamayacak biri için bile 10 yıl sonra pişman olma ihtimalimiz varsa bari ne yaptığını bildiğimiz, gördüğümüz neler yapabileceğini tahmin edebildiğimiz Frank Rijkaard’a sahip çıkmamız gerek, sabretmemiz gerek… 1ay, 3 ay, 1 sene değil 5 sene 10 sene çalışmak lazım Frank’la…


BY.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder