Sayfalar

30 Nisan 2010 Cuma

BEYİN JİMNASTİĞİ



Premier Lig 36.hafta sonunda oluşan puan durumu;

1.Chelsea 80
2.Man. Utd. 79
3.Arsenal 72
4.Tottenham 64
5.Aston Villa 64
6.Man. City 63
7.Liverpool 62
8.Everton 57
9.Birmingham 47
10.Sunderland 44
11.Blackburn 44
12.Fulham 43 (2010 – ‘uefa europa league’ finalisti
)
13.Stoke City 43
14.Bolton 36
15.Wigan 35
16.Wolverhampton 35
17.West Ham 34
18.Hull 28
19.Burnley 27
20.Portsmouth 25


La Liga 34.hafta sonunda oluşan puan durumu;

1.Barcelona 87
2.Real Madrid 86
3.Valencia 62
4.Mallorca 56
5.Sevilla 54
6.Villarreal 52
7.Getafe 50
8.Ath. Bilbao 50
9.Deportivo 44
10.Atl. Madrid 43 (2010 – ‘uefa europa league’ finalisti )
11.Espanyol 41
12.Osasuna 39
13.Almeria 38
14.Sporting de Gijón 37
15.Santander 36
16.Zaragoza 34
17.Málaga 34
18.Tenerife 32
19.R.Valladolid 32
20.Xerez 27

Son 10 yılın 'Uefa cup'Final eşleşmeleri ;

Galatasaray - Arsenal
Liverpool - Deportivo Alavés
Feyenoord - BV Borussia Dortmund
FC Porto - Celtic
Valencia - Olympique de Marseille
CSKA Moskva - Sporting Clube de Portugal
Sevilla - Middlesbrough
Sevilla - RCD Espanyol
FC Zenit St. Petersburg - Rangers
S.Donetks-W.Bremen



Bu tablonun üstüne yazı yazmak içimden gelmiyor,Sadece potansiyellerimizle gurur duyan bir ulus olup çıktık...

28 Nisan 2010 Çarşamba

GÜZELLİK Mİ ? AKIL MI?




80’lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da
İnsanları sömürgecilerine benzeten
Keten takımlar, tango, fiyonklu masa örtüleri
Dersu uzala’dan dersler çıkarmak
Gelin Bilkent’te iç mimari, baba koç’ta genel köle
Her gramı çok değerli elliiki kilo anne
Zaten amaç elliiki yıl sonra
Hiç bakılmayacak fotoğraflarda en iyi yeri kapmak
Bir Kutlu hikayesine giremeyecek tipler işte
Damat her şeyi kaydediyor
El kamerasıyla gerdeğe girmek deyimini bilmiyor çünkü
Oluyor böyle şeyler salaklık endüstrisinde

Dilekler tekrarlanır, müzik tekrarlanır
Belki yakışırdı beyaz bu kadar tekrarlanmasa
O kötü gülümsemeye verilmez bu kadar para
Gelin habersiz; bu düğün daha önce de yapıldı
Yeminli örnek deyimini bilmiyor çünkü

Benimle tekrar edin!

İlk beş sene çocuk istemeyecekler
İkinci beş yıl nasıl geçti anlamadan
Üçüncü beş sene de çocuk onları istemez
Bir sürü albüm, bir sürü diyet kupürü, bir sürü…
Ankastre mutfağında aval aval bakınarak
Bu bakınma daha önce de yapıldı
Gelinliği faize sevim’den annesi şahit
Oysa he şey çok özel olacaktı geline göre
Her şey çok genel oldu sonucu niye

Bağlamı farklı ama eren’le konuştuyduk
ARJANTİN'E AŞIK OLUR,ALMANYA'YLA EVLENİRİZ.

Aynen bu şekilde bitiriyordu, üstad Osman Konuk 'kır düğünü' şiirini...
Bu akşam izlediğim Barcelona-Inter maçı da bana bu şiirin son dizesini hatırlattı.Malum Barcelona'ya hayran olmayanımız yok. Bu dünyaya ait bir futbol değil bu oynadıkları,müthiş pas trafiği,cesur futbol,hızlı oyun,özgüven.Özgüven demişken açmak gerekir,sadece oyuncularda mı?Teknik direktöründen başkanına ve taraftarına kadar.En önemleside taraftardaki özgüven. Maç 0-0 en az iki gole ihtiyacınız var, oyundan alınan futbolcu Zlatan oyuna giren Bojan Krkic ve alkışlarla inliyor Camp Nou.Velhasıl,başından sonuna kadar tek kale oynadığınız mücadeleden turu geçecek skorda galip gelemiyorsunuz.Rakibiniz de ilk maçtaki avantajını çok güzel kullanıyor tabir-i caizse 'Çanakkale Geçilmez' yaparak.(Bu arada bizim türk takımlarınada referans olsun Inter'in bu akşamki mücadelesi.)Futbol sonuç oyunu elbette,Jose Mourinho'da çakalın önde gideni,ancak bu şekilde oynatırsa takımının tur atlayacağından emin,kırmızı kart planlarda sapma yapsa da herşey istediği gibi gitti.
Total futbol,güzel oyun sarhoşluğunda bizler, mourinho'nun akıl oyunları karşısında kaybettik. Bu akşam güzelliğin yanında aklın'da önemini birkez daha farkettik,ve üstad'ın da dediği gibi hepimiz;ARJANTİN'E AŞIK OLUR,ALMANYA'YLA EVLENİRİZ.

MK

26 Nisan 2010 Pazartesi

Teşekkürler...


Pazar günü 13:30 sularında yazmış olduğumuz yazıda Bünyamin Gezer’in muhtemel yapacaklarından birazcık söz edip endişemizi dile getirmiştik. Sağolsun bizi yanıltmadı. Teşekkürlerimizi sunuyoruz kendisine. Eyyamcı deyince kızıyorsunuz bir de. Eyyamcısınız işte. Lucas Neill’i bu seviyede yapmaman gereken ucuzlukta oyundan atıyorsun. Hadi ona yine bir hakem hatası deyip geçeceğiz belki de ama aynı dakika içinde sırf dengeyi sağlamak için, dikkat “denge” diyorum maalesef burada “adalet” kelimesini kullanamıyorum çünkü bizim hakemlerimiz saha içindeki görevlerinin adaleti sağlamak değil dengeyi sağlamak olduğunu düşünüyorlar, gidip bir de Zapo’yu atıyorsun yine anlamsız bir şekilde. Bir adam onlardan attım bir tane de bunlardan atmalıyım denge sağlansın. Bir penaltı bunlara verdim diğerlerine de vermeliyim. Ya zaten bunlara bir tane penaltı verdim şimdi ikincisini de verirsem çok tepki alırım, bunu da görmezden geleyim. Yok böyle bir şey. Sizin göreviniz adaleti sağlamak sayın hakemler, dengeyi değil. Bir takımın lehine 5 penaltı vermeniz gerekiyorsa verecekseniz, bir takımdan 3 tane adam atmanız gerekiyosa atacaksınız. Bir sizden bir bizden mantığıyla hakemlik yapılmaz. Bunu yaparsanız eyyamcı olursunuz işte ve siz maalesef bunu yapıyorsunuz. Eğer bu işi beceremeyeceksiniz de milletin sinirleriyle daha fazla oynamadan bırakıp gidin, mutlaka daha iyi yapabileceğiniz bir uğraş bulursunuz…

BY.

Lig tv & Maç sonu röportajları & Bahri Havadır


Sezonun ilk maçından itibaren takip ediyorum seni.Maç sonu Frank Rijkaard ile röpartajlarını özelikle.Bu kadar anlamsız soruları bana yöneltsen o mikrofunu kafanda parçalardım.Frank Rijkaard sabırlı adam tabi düzgün cevaplar vermeye çalışıyor,saçma sorularına.Oysa ekran başında milyonlarca insan senden duygularına tercüman olmanı bekliyor,''Flashing tv'' denilen o çok kısa anda en can alıcı soruyu teknik direktöre yöneltmeni bekliyor.Çok zor değil bu örneklerini de dışarda aramamıza gerek yok.Biraz ntvspor izlersen ne demek istediğimi daha iyi anlarsın.

25 Nisan 2010 Pazar

İKİ RESİM ARASINDA KAÇ FARK VAR!!!


Bursaspor maçının ardından, tekrar merhaba 'europa league'



Sivasspor maçının ardından şampiyonluk umutlarını,bu maçın ardından da şampiyonlar ligi umutlarını yitirdi Galatasaray.FR'ın dediği gibi takım bundan sonraki maçlarını kulubün onuru için oynayacak.Bu sezon yaşadıklarımız çok büyük bir ders niteliği taşıyor,hepimiz için.Hepimizden kastım; Yönetim,Futbolcu,Taraftar.
*Yönetime ; Başta, bonservis bedelsiz etiketli kaleci transferleri yapmanın fayda getirmediği,kiralama yönteminin (özelikle devre arasında yapılan), takım dinamiklerini olumsuz etkilediği,Güney Amerikalı futbolcuların uyum süreçlerinin çok uzun sürdüğü ve bir türlü takıma ve ülkeye alışamamasını.
*Futbolcuya;Kazanmak için, istemekten başka faktörlerinde olduğunun algılanması.
*Son olarakta bize,Bundan sonraki transferleri havaalanlarında karşılamaktan vazgeçip, sahadaki mücadelelerine göre oyuncuları değerlendirmeyi ve kendi değerlerimize sahip çıkmayı.

Umarım bu dersleri alırız.

MK

Elano, Joa Alves ve Giovani Dos Santos Antrenman Show


Cep telefonuma gelen mesajla, fırsat buldugum ilk anda galatasaray.com sitesine girdim.Zira, gelen mesajda Elano, Alves ve Giovani Dos Santos Antrenman Show diyordu.
Ne diyeyim, antremanlarla sınırlı kalmasanız, maçlarda da bu haraketlerin ez azından bir bölümünü sergileseniz, bizlere keyif verseniz...

Rüyalarda buluşuruz....


Aylar önce gördüğüm bir rüyada, helikopterle almanya'ya gidiyor ve gidiş esnasında kokpitte ''oynaya oynaya gelin çocuklar''şarkısı dinliyordum.Rüya işte absürtlükle dolu :)Tabi buram buram fanatizm dolu yüreğim ile ben bunu;Ulan bu bir işeret mi acaba diyip, bu sene avrupa ligi finalinin oynanacağı ''HSH Nordbank Arena'' ya bağlamış ve kesin finaldeyiz,rüyasını gördüm demeye başlamıştım bile.Çok geçmeden ROAD TO HAMBURG hayelerimi 'Diego Forlán' gözlerimin önünde yok etmişti,tıpki geçen yıl Guerrero'nun yok ettiği gibi.

Benim için Galatasaray demek Avrupa demektir.

Umarım bu yıl son iki yılda yaşadıklarımızdan farklı bir yıl olur.

MK.

Emir ER’leri…

Geçen hafta Türk futbolunu GÖÇEK altında bırakanlardan bu hafta için de yine enteresan kararlar gelmiş. Kadıköy’de Galatasaray’ı yakan Bünyamin GezER bu haftanın en kritik maçı olan(neticede 1. İle 3.nün maçı) atanmasını anlayamadım şahsen. Hafta içi Fulham-Hamburg Avrupa ligi yarı final rövanş karşılaşmasını yönetecek olan Türkiye’nin şu anda en iyi hakemi(sadece görüntüde, onun da ne kadar iyi bir hakem olduğu tartışılır ama Avrupa’da yarı final yönetecek neticede) olan Cüneyt Çakır’ın bu maça verilmemiş olması gerçekten garip. Evet 2-3 hafta önce Ali Samiyen’deki Galatasaray-Fenerbahçe maçını yönetmiş olabilir(bir hakemin aynı takımın maçlarını 5-6 hafta sonra yönetmesi kuralına dayandırmaya çalışıyorum) ama bu sefer de diğer takım Fenerbahçe… E onun maçına niye veriyorsunuz o zaman? Belki düşündükleri başka bir şey vardır tabi… Ama benim düşüncem şu: Geçen haftaki rezaletten sonra Fenerbahçe’nin kollanmıyor demek adına(yersen) Cüneyt Çakır Fenerbahçe maçına verildi ve bugün ortada bir maç yönetmesi muhtemel. En azından bu düşünceye göre bu atamanın biraz daha anlaşılabilir bir tarafı var. Ama diğer tarafa gelince muhtemelen Bünyamin Gezer Bursa’yı katleder inceden Galatasaray’a denir ki “alın işte Bünyamin sizi korudu bu sefer, kıyak yaptı, bakın size düşman değilmiş, hadi öpüşün, barışın” sanki burada amaç Galatasaray’ı korumakmış gibi. İnsanlar buradaki asıl amacın Fenere kıyak olduğunu anlayamayacaklarya. Hee bu arada olur da Galatasaray da yerse, onlarında Bünyamin Gezer’e olan önyargısını kaldırırsak bir taşla iki kuş vurmuş oluruz. Ne güzel İstanbul bee…

Yazdıklarım komplo teorisi mi, evet komplo teorisinin önde gideni hem de… Akşam saat 21 itibariyle bunun gerçekten benim uydurmuş olduğum bir komplo teorisi olarak kalması dileğiyle…

BY.

20 Nisan 2010 Salı

SKIBBE BİZİM LÖW’ÜMÜZ MÜ OLACAK?




Michael Skibbe… Ligimiz için fazla beyefendi, fazla savunmasız birisiydi. Fazla savunmasızdı evet çünkü burası başka yerlere benzemez yeğen, yerler burda adamı…
“Skibbe kim arkadaş, ne başarısı var?” , “Galatasaray’ı kaldıracak bir hoca değil”, “Stajer hoca” vs. yakıştırmalarına benzer onlarca benzetme daha sayabiliriz kendisi için yapılan. Zaten bu ülkeye ne zaman az tanınan ki burada “az tanınma” ifadesini de açmak lazım, futbolla ilgilenen her bireyin tanımadığı bir isim olarak ifade edebiliriz heralde. Zico için söylenenleri de hatırlıyoruz. Benim yaşım hatırlamaya yetmez ama heralde Guus Hiddink için de söylenmiştir bunlar zamanında buraya geldiğinde. Ama belki de spor basınında da bu kadar çok paralar dönmediğini düşünürsek(yani klasik,şu futbolun endüstrileşip futbolla ilgili her sektörün de bundan nasibini alması geyiği) belki o zamanlar daha insaflı davranmışlardır. Neticede artık bir futbol yorumcusunun bir yıllık ücretinin Anadolu takımlarında oynayan bazı futbolcuların aldığı paradan fazla olduğu bir dönemdeyiz. Bu yorumcu(?) da tamamen duygusal olarak herkese sallar tabi.

Neyse biz Skibbe’ye geri dönelim. Medya kendisini eleştirmek için elimize yüzlerce fırsat veriyor zaten her gün, onlara sık sık değineceğiz…

Skibbe’nin oynatmış olduğu futbolu yeri geldi hepimiz eleştirdik, ben de eleştirdim. Bazı futbolculara göstermiş olduğu imtiyazlar da hepimizi kızdırdı bazen, en azından kendim için bunu söyleyebilirim. Aslında gelecek vadeden bir Alman teknik direktör olsa da tipik alman özelliklerini taşımıyordu sanki. O katı, sert, aşırı(bazen gereğinden fazla) disiplinli Alman hocalardan farklıydı. Daha rahat, futbolcuları daha az sıkan, hocadan çok arkadaşça yaklaşan bir tavır sergiledi. Bu tavrının yanlış olduğunu söyleyemem kendimce. Sonuç olarak daha önce burada çalışan bir Kalli,Daum olmadığı kesindi. Bu farklılığı yeşil zemine de yansımıştı aslında. Yine klasik Alman düşüncesi olan sabırlı hücum, belli bir disiplin içinde oynama, fizik mücadelenin tekniğin bir adım önde olması, asker diye tabir edebileceğimiz koşan, pres yapan oyuncularla oynamak gibi önceliklerin yerine hücumu düşünen, daha teknik oyuncuların onbirde bulundukları(Kewell, Arda, Lincoln vs.), oyuncuların daha rahat bırakıldıkları bir sistemi benimsedi. Aslında rakibi durdurmaktan çok kendisi de oynamak isteyen takımlar karşısında bu prensibin başarılı olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Avrupa kupalarında oynadığımız maçlarda Ali Sami Yen’de olsun deplasmanda olsun rakipleri hem skor hem de oyun olarak ezdiğimizi söyleyebiliriz. Hatta Benfica deplasmanını hatırladığımızda şiir gibi top oynamak mertebesine de yaklaştığımızı söyleyebiliriz. Ama işte Süper Lig’de özellikle de deplasmanlarda çoğu takımın önce 1 puan demesi, Tolunay Kafkas’ın ligimiz için yapmış olduğu “Kavgacı bir lig” tanımlamasına uygun olarak (süper ligin tek kelimeyle en mükemmel anlatımıdır bence Tolunay Hoca’nın bu ifadesi) oynamış olduğumuz futbolun buna uygun olmadığı da aşikardı. Aslında sadece benimsemiş olduğumuz oyun stiline de bağlamamak yani her şeyi Skibbe’nin üstüne atmamak gerekiyor zira elimizdeki mevcut oyuncu kadrosu da bu deplasmandaki “kavgacı oyuna” ayak uydurabilecek bir kadro değildi. Özellikle yine deplasmandaki maçlarda rakip takımların, takımımızdaki nitelikli oyuncuları durdurmak için futbol kurallarını zorlama konusunda çekinmedikleri de düşünülürse, takımın silik bir performans göstermesi çok anlaşılmaz bir şey olmasa gerek. (Yanlış anlaşılmasın bu sadece bizim için yapılan bir şey değil, hangi takımda varsa bu “yıldız” oyunculardan her zaman bolca tekme yemiştir)

Sonuç olarak Skibbe Galatasaray’dan ayrıldı ve bildiğiniz üzere şu anda Almanya’da Eintracht Frankfurt takımını çalıştırıyor. Her maçını izleyemesek de izlediğimiz maçlarda yine pozitif bir futbol oynatmaya çalışan, hücum futbolunu benimsemiş, göze hoş gelen bir oyun oynatmaya çalışıyor. Deplasman, ev sahibi farkı gözetmeksizin her yerde aynı futbolu oynatmasını ve kendisinde çok daha iyi kadroları olan takımları yenmelerini da takdir etmek gerek.(Mesela Bayern Münih’i 1-0 geriden gelip 2-1 yenmişlerdi) Şu anda 9. Sıradalar ve en iyi 10 kadrodan biri değildir heralde Frankfurt kadrosu. Almanlar Skibbe’ye çok güveniyor ve destekliyorlar. Buradan ayrılır ayrılmaz da hemen ülkesinde iş bulması da bence güvenlerinin bir göstergesi. Gerçi zaten çok milliyetçi bir ırk olduklarından kendi adamlarına toz kondurmazlar ve desteklerler. Bu sahiplenmeye bakıp gelecekte Alman milli takımı için adaylardan biri olarak şimdiden görüldüğünü söyleyebiliriz. Şimdi Frankfurt, sonra Bremen veya Dortmund beklide. Sonuç Skibbe bir şekilde tecrübe kazanacak ve milli takım için hazır hale gelecek. Çünkü onlar her şeyi planlı yapar. Sizi bir görev için düşünüyorlarsa, o göreve sizin bile farkına varamayacağınız bir şekilde hazırlarlar. Yani Michael Skibbe de bizim Löw’ümüz olabilir “vah vah, tüh tüh, bilemedik adamın kıymetini” diyebiliriz.

Amacım kör ölür badem gözlü olur demek değildi bunları yazarken. Zaten şu anda öyle bir hocaya sahibiz ki bundan iyisi Jose Mourinho… O yüzden hoca konusunda geçmişe bakmıyorum artık. Dediğim gibi ben de çok eleştirdim kendisini. Amacım Skibbe gibi daha önce ne yaptığını ve yapabileceğini bilmediğimiz için yaptığı her şeye belki de ön yargıyla yaklaştığımız bir adam için bile, daha iyi anlaşılabilmek için söylüyorum kıyas yapmak için değil, Frank Rijkaard’la karşılaştırılamayacak biri için bile 10 yıl sonra pişman olma ihtimalimiz varsa bari ne yaptığını bildiğimiz, gördüğümüz neler yapabileceğini tahmin edebildiğimiz Frank Rijkaard’a sahip çıkmamız gerek, sabretmemiz gerek… 1ay, 3 ay, 1 sene değil 5 sene 10 sene çalışmak lazım Frank’la…


BY.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Kırmızı & Lacivert

Ne mezhep farklılığı,ne de siyasi görüş ya da diğer tüm derbiler de iki takım birbirinden nasıl ayrılıyorsa hiçbiri değil...

LACİVERT; Ahlaksızlığı,Çirkefliği ve Pisliği temsil ediyor...

KIRMIZI ; Rakibe saygıyı,Dürüstlüğü ve efendiliği temsil ediyor.

İşte bizi sizden ayıran en temel özelliklerimiz...

MK

Umutsuzluğa dair...


Kişilik olarak, çok kırılgan bir yapıya sahibim, motive olmam ve demotive olmam arasında incemi ince bir çizgim var kendime has. Hayata dair her konuda böyleyim,

Futbol da hayatıma dair büyük tutkuların en başında gelir. Bir ‘’uyanış’’ olarak nitelendiriyorum son dönemde yaşadıklarımı, Mesleğimle hiçbir alakası olmayan ve getiriside bulunmayan futbolu artık farklı bir gözle izlediğimi görüyorum, Üslubumu değiştiriyorum önce, bu değişiklik daha sakin maç izlememi sağlıyor. Rakip gözetmeksizin top stoperlere geldiğinde lütfen anlamsız uzun vurma diye yalvarıyorum içimden, Hızlı oyun istiyorum, güzel oyun, tempolu ortasahaların oyundan düşmediği, oyunun gereksiz kesilmediği vs vs vs.

Artık kulubüme daha bir bağlı hissediyorum kendimi, Lisanslı ürünler satın alıyorum, mobil hat, tv, derken samiyene maça gidiyorum, bulunduğum şehre yakın deplâsmanlar kovalıyorum, Turuncu devrime inanıyorum, Temmuz 2009 dan dan beri bu sene 2.liği başarı olarak görüyorum, ligi 7.de bitirsek devam diyorum, beklenen gün gelecekse acı çekmek kutsaldır ya hani.

Almanya 2006 öncesi ve sonrası Bundesliga daki değişimi gördükçe Uluslar arası orginazyonların önemini birkez daha anlıyorum, Stadyumlar geliştikçe tribündeki insanların futbol kültürlerinin de gelişeceğine inanıyorum ülke futbol kalitesinin artacağına..Hiddink geliyor milli takımın başına,Türkiye bu sefer 2016 avrupa şampiyonası düzenlemek için aday oluyor,’’marka değeri’’ kavramı giriyor türk futboluna herkes ondan bahsediyor,Yurdumun her bir köşesinde İyimser güller açıyor .

Sonra… sonra biranda her şey eskiye dönüyor, Aynı yönetmeninin çektiği farklı bir filmi izlemek gibi bundan sonrası, Kulüp başkanları, asbaşkanlar, yöneticiler, federasyon, mhk, medya, Futbolcu olmayı başarmış ama insan olmayı becerememiş kişiklikler, isim isim yazmaya gerek yok ‘’kazma’’ ya da.. Midem bulanıyor, tiksiniyorum…

MK

15 Nisan 2010 Perşembe

GALATASARAYMETRE

Mevzu çok tehlikeli bir hâl alıyor sanki bu ''ben senden daha fazla Galatasaraylıyımcılık''. Gereksiz kutuplaşmalara neden oluyor.Yani öyle yorumlar okuyorum ki bloglarda bazen Arda Turan'dan daha fazla Galatasaraylı olduğunu iddaa eden insanlar var! Nitekim olabilirde ama bunun ölçüsü nedir? Yani sen arda turan'ı ne kadar tanıyorsun ki? Ömrün boyunca tv karşısında yada stadyumda gördün yada şansın vardı bir ortamda denk geldin iki resim çektirdin, teşekkür ettin bu kadar...Kendini ondan daha fazla Galatasaraylı görmekteki kıstasın nedir? Ömrünü Galatasaray'da futbolcu olmaya adamış bir adamdan bahsediyoruz. Ortadirek bir ailenin çocuğu olan Arda Turan en sevdiğin yemek nedir sorusuna ''Annemin maç aralarında ekmeğin içine koyduğu taze fasulye''diyebilecek kadar mütavazi,içimizden biri,bizden biri Arda Turan. O kadar iyi bir Galatasaraylı ki amatörce davranabiliyor birçok konuda son örnek, henüz tam iyileşmeden fenerbahçe maçının 2.yarısında oyuna giriyor, belki hocasını bile kandırarak,iyi niyetinin kurbanı oluyor. Santraforsuz takımının imdadına yetişiyor maç sonunda mevkisiyle ilgili en ufak bir serzenişte bulunmuyor,sorumluluk alıyor,asist yapıyor gol atıyor,milli takıma gidiyor oyun ne zaman sıkışsa toplar Ardaya atılıyor... Neden? Takımda tek insiyatif kullanan, özgüveni olan oyuncu, at topu ardaya nasılsa o birşeyler yapar.(bkz;bosna hersek- türkiye dünya kupası eleme maçı). 23 yaşında yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışıyor takımı için, kişisel gelişimini sağlıyor kendisi için. Maç sonu düzgün demeçler verebiliyor türk futbolunun marka değeri için. Arda Turan sadece bir örnek,herkes kendince çok iyi Galatasaraylı kanımca ,kimse kimseden üstün değil; taraftarı,yöneticisi,futbolcusu,en azından şimdilik belki yakında storlarda karşımıza çıkar GALATASARAYMETRE....

MK.

BİR BİLMECEM VAR...

Nasıl oluyor bilmiyorum ama dünyadaki bütün liglere bir şeyler oluyor artık futbol oynanan tek yer olarak Türkiye kalıyor. Sadece Turkcell Süper Lig var yani yeryüzünde. Jose Mourinho, Alex Ferguson, Arsene Wenger, Luis vaan Gaal gibi onlarca 1. Sınıf teknik direktör de işsiz kalıyor ve hepsi Türkiye’de birer takımla anlaşıyor ve burada çalışmaya başlıyorlar. Yazımızı bir varsayım üzerine kurdukya, biraz daha abartalım ve bence dünyanın en iyi hakemi olan Pierluigi Collina’nın da hakemliği bırakmamış olduğunu varsayıp burada hakemliğe başladığını düşünelim. Lig başlıyor ve bu hocalardan herhangi birisinin takımı ardı ardına bir beraberlik bir de mağlubiyet alıyor. Bu durumda o TD hakkında televizyonda sayın her şeyi bilen yorumcular neler söylerdi veya ertesi günkü gazetelerde hakkında neler yazılırdı? Aynı soruyu Collina’nın vermiş olduğu yanlış bir taç atışı kararı sonrasında neler söylenirdi şeklinde de sorabiliriz.

Bayern Münih-Manchester United Şampiyonlar ligi çeyrek finali ilk maçını izliyorum. Manu 1-0 öndeyken, yanılmıyorsam 70. dakikaya doğru Sir , Ji Sung Park ve Michael Carrick’i çıkartıp onların yerine Berbatov ve Valencia’yı aldı. Yani bir defansif orta saha ve nispeten savunması daha iyi olan bir kanat adamı yerine bir forvet ve hücum yönü daha iyi, savunması zayıf bir kanat adamı… Peki bu adamların özelliklerini ben biliyorum da Sir mü bilmiyor? Mutlaka düşündüğü, gördüğü bir şey vardı tabi ki. Benim o anda ilk aklıma gelen kontradan bir gol daha bulup işi ilk maçta bitirmek istediğiydi. Ama riskli bir karar olduğu da aşikardı. İşte böyle kendi çapımda maçın daha doğrusu değişikliklerin teknik, taktik analizini yaparken benim için tek gerçek vardı ki o dakikadan sonra Manu’nun atacağı veya yiyeceği goller benim gözümde Alex Ferguson’un değerini yükseltmeyecek veya alçaltmayacaktı. Adam zaten bugüne kadar yapacağını yapmış bir maçına bakıp ne yaptın Sir veya helal olsun Sir mü diyeceğiz? Saniyeler içinde ben bunları düşünürken birden aklıma geldi işte… Şu maçı, Rıdvan, Sergen veya Hakan Ünsal yorumlayacak olsa ne derdi acaba. Manu ikinci golü bulursa Rıdvan, Sir yerinde değişiklikler yaptı oyuna müdahale etti ve işi ilk maçta bitirdi. Büyük hoca, süper hoca derdi. Ama maç 2-1 bitti… Yorumlasaydı muhtemelen şöyle derdi dakika 70 olmuş , oyunu tutman gerekirken sen orta saha çıkartıp hücumcu alıyorsun ve şöyle bitirirdi: “Sir bugün intihar etti.”

Dünyaya sayısız genç oyuncu kazandıran Arsene Wenger muhtemelen aynı tavrını burada da devam ettirip yoluna gençlerle devam ederdi heralde buraya gelse. Kendi takımımızdan örnek vereyim, Emre Çolak, Murak Akça, Semih Kaya ve Ufuk Ceylan’ı aynı anda ilk 11de sahaya sürüp bir maç kaybettiği anda ne hocalığı kalır ne adamlığı. “Böylesine kritik bir maçta 4 tane bu kadar genç bu kadar tecrübesiz adamla maça çıkılır mı be adam…” diye başlar yorumlar daha futbolcuğunu dün gibi hatırladığımız ve o zamanlar neler yaptığını çok iyi bildiğimiz Sergen çıkar der ki “Ben böyle bir şey görmedim yaa, inanamıyorum yani bu hatayı nasıl yapar inanamıyorum”. Ahmet Çakar başlardı, bu Arsene’in Galatasaray Kulübü’ne çaycı kadar katkısı yok demeye.
Bu yorumculardan hangisiydi bilmiyorum ama birisi bir ara bizim Neeskens’in not defterine takmıştı. Ne yazıyor yaa bu adam durmadan tarzında birşeyler söylemişti. Heralde Van Gaal için Meydan Larousse Seti mi yazıyon be mübarek tarzında yorumlar görürdük.
Ama en sevmeyecekleri, hatta nefret edecekleri adam Jose Mourinho olurdu heralde. Ona öyle basın toplantısında falan aptalca sorular sorulamazdı veya karşısında yapılacak eleştirilere gereken cevabı anında verirdi. Bu sene Rijkaard Antalya’daki kamptan Telegole katılmıştı. Stüdyodakiler sorular sormuştu Rijkaard da cevaplamıştı. Heralde ordaki sorular Jose’ye yöneltilse, basardı küfürü sizin yapacağınız işi deyip. Deli derlerdi muhtemelen Jose için, gitmesi için kampanyalar başlatılırdı.
Collina çok kritik bir derbi maç yönetiyor ve 2 tane hatalı korner, 3 tane de hatalı taç atışı kararı veriyor. Taç atışlarından bir tanesinden 5 dakka sonra (o sırada top 9 kere el değiştiriyor) bir takım gol buluyor. Hakemlik yaptıkları dönemde hiç hata yapmamış sayın hakem hocalarımız çıkardı ve derdi ki: “Şimdi bakın beyler… Biiiiiiiirrrrr hakem maçın kaderine etki etmiştir, orda o taç atışını doğru verse bu gol olmayacaktı… İkiiiiiiiiiii Collina hakem değil… Üçççççç Shaq adamsa miamiyi şampiyon yapsın….”

Hiddinkler, Löwler, Zicolar, Skibbeler geldi bunlar da hoca mı dediniz. Del Bosque’ye mahalle kasabı deyip Şenol Güneş’i giyinişinden, Lucescu’yu duruşundan dolayı eleştirdiniz. Fatih Terim’e demediğinizi bırakmadınız. Bayadır “sağlam” bir adam yemiyordunuz, Rijkaard’ı görünce iştahınız kabardı dimi? Aman diyim boğazınızda kalmasın bu sefer… Rijkaard’la yetinmeyip üstüne Arda Turan’ı da tatlı olarak görenler de var… Şunu söyleyeyim bu sefer bizden size ekmek çıkmayacak…

BY.